
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi, Ramazan ayında Kadir gecesi Rahmet-i Rahmana iltica ile bu dünyadaki fani hayata veda etmiştir. Belki bir kısım kardeşlerimiz böyle konular ile meşgul olacak vaktimiz yoktur. Kâinatta en mühim mesele olan İman hizmeti ile meşgulüz, böyle küçük meselelere gelinceye kadar daha neler var, hem mesleğimiz müsbet harekettir vs…” diyenlere şunu açıkça ifade etmekte fayda var. Müzakere nevinden arz etmek istediğim bu konuyu, şeriat ve sünnet ve Risale-i Nur açısından değerlendirecek ve ikazda bulunacak kardeşlerimize dua ve teşekkür ederiz.
Hayat-ı içtimaiyede Şeâir-i İslamiyenin ehemmiyeti büyüktür. Ramazan ve Kadir gecesi ve Hicri takvim İslami şiarlardır. İslami şeâir yerine Cumhuriyet devrinin en başında bu millete zoraki kabul ettirilen inkılaplar icra edilmiştir. Büyük tahribat ile nasıl ki Din-i İslam’ın ilahi kanunları lağvedilmiş ve yerine Avrupa emperyalist zalim hükümetlerinin kanun ve yasaları uygulanmış.
Aynen öyle de istibdat ve hile tuzağı ile şeâir-i İslamiye yerine ecnebi örf adet ve gelenekler yerleştirilmiştir. Kur’an harfleri yerine Latin alfabesi, Tesettür ve İslami kıyafet yerine şapka ve kılık kıyafet devrimi kabul edilmiş. Ecnebi ve Yahudi kılık kıyafet yerleştirilmiş. Kabul ettirmek için binlerce insanımız âlim ve evliyâullah ya idam ya imha edilmiştir. Kur’an ve İslami harflerin öğrenilmesi yasaklanmış.
Manevi eğitim merkezleri olan tekye, zaviyeler ve medreseler kapatılmış, Hicri takvim yerine miladi takvim Kuran anayasası ve İslami şer’i kanunlar yerine İsviçre ve Avrupa yasaları, hatta Ezan’ı ve Kur’an’ı Türkçeleştirmeye kadar ileri gidilmiştir. Daha yapılan tahribatın bütün detaylarına bahse gerek yoktur. Frenk taklitçiliği ülkemizin her tarafında büyük yıkımlar yapmıştır. Müsebbipleri de kahraman olarak tanıtılmış ve tarihteki büyük -kahramanlarımızda tarih tahrif edilerek -hain olarak gösterilmiştir.
Nur talebeleri son derece müteyakkızdır. Türkçe ezanı okumamışlar, İslamî harfleri bırakmamışlar, her bir nur talebesi her türlü zulme, istibdada karşı direnerek Kur’anı öğretmeye ve Risale-i Nur yoluyla hakaik-ı İmaniye ve Kur’âniyeyi neşre tereddütsüz devam etmişlerdir. Her biri bir muallimlik vazifesini deruhte ederek cemiyete hüsn ü misal olmuşlardır
Evet bizim mesleğimiz müsbet harekettir, menfi hareket değildir. Esasat-ı İmaniye ve İslamiye ile meşgul olmak vazife-i asliyemizdir. Fakat perde altındaki plan ve desiselere karşı Azami Dikkat Etmek de Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir düsturudur.
“Hizmetimizin azameti ve ehemmiyeti, muarızların kuvveti ve şeytaneti nisbetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.” (Kastamonu Lâhikası’ndan)
“Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz: Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın!” (Mektubat, s.427)
ŞEÂİR NEDİR?
Nasıl “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi hukukullah sayılan “hukuk-u umumiye” namıyla iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara “Şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabîlinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi; Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!..(Mektubat, s.397)
Şeâir-i İslamiye adeta bir muallim hükmünde din-i İslamı telkin ediyorlar.
Kurani ve şeaire taalluk eden
“…… o kelimat-ı mukaddesenin meal-i icmalîsini ehl-i İslâma lisan-ı hal ile ders veriyor. An’ane-i İslâmiye ve İslâmî tarih ve umum şeair-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverat-ı ehl-i İslâm, o kelimat-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar. Hattâ şu memleketin maâbid ve medâris-i diniyesinden başka makberistanın mezar taşları dahi, birer telkin edici, birer muallim hükmündedir ki; o maânî-i mukaddeseyi, ehl-i imana ihtar ediyorlar.” (Mektubat, s.434)
Evet, külliyatta şeâirin ehemmiyeti muhtelif yerlerde bilhassa 29. Mektubta geniş izah edilmiştir.
Üstadımız o dehşetli devirde istibdat-ı mutlak devrinde dahi sarığını başından çıkarmamış, sarık başında cübbesi sırtında ifade vermiş, müdafaalarını yapmıştır. Nur talebeleri de şeâiri ihya konusunda çok çileler çekmiştir.
Zaman geçtikçe ülfet, adet ve gelenekler sebebiyle bazı tâbirat-ı İslamiye ve Kur’âniye yerine başka tabirler kullanılmaya; Herbir mübarek gün ve gecelerde Hicri yılbaşı yerine, miladi takvime uygulamak gibi; selam yerine manasız bazı ifadeler ile selamlaşmak gibi her bir konuda Allah’ı , Rasulullah’ı, Kuran’ı ve dini hatırlatan her türlü ıstılah ve manalar şuurlu olarak değiştirilmeye çalışılmış, ehl-i iman olarak bizler de ya gaflet veya ülfet ve ünsiyet sebebiyle gayr-ı şuûri taklit etmeye başlamışız.
İşte böyle, mübarek gün ve geceleri, ayları ve mekanları unutmaya doğru bir temayül gösterir olmamız ciddî bir istiğfar ve nedamet ile telafi edilir inşaallah.
Evet öyle ise Üstadımız Bediüzzaman da Hicri takvime göre, “Ramazan ayının Kadir gecesi veya bir gün öncesi vefat etmiştir” demek daha hikmetli gibidir.
Hakikat-ı hal şudur: Biz Üstadımızı her zaman, her yerde Kuran’ın hakikatlı bir tefsiri olan Risale-i Nur ile okuyarak, yazarak, dinleyerek mütalaa ederek hatırlıyor, namazlarda vs. evratlarımızda dualar ile anıyoruz. Üstadımızın ifadesi ile,
“Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur’an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.”
(Kastamonu, s.25)
Ölüm ve doğum tarihlerinde yapılan veya yapılacak olan anmalara ihtiyacı yoktur. Ancak öyle günler Kur’an okunmasına, n derslere, duaya vesile cihetiyle tenkid edilmemesi, hoş karşılanması gerekir.
Buradaki ifadelerinde tenkid ve TASHİH olarak değil, bir dua, bir müzakere olarak değerlendirilmesini ümit eder, kusur ve eksiklerimiz için Rabbimizden mağfiret dileriz.